17 Aralık 2011 Cumartesi

17 Aralik...

Dostlar! Ben gidiyorum işte, elveda. Sadr-ı Cihan'a, kendisine tabi olunan emire gidiyorum. Her an O'nun derdiyle yanıyorum. Artık ne olursa olsun gidiyorum, maksadım sadece O ... ~ Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s) 


Leyle-i Vuslât'ın Mübarek Olsun Aşkın Menzili..
Şeb-i Arus'undan Hisseyâb Olanlardan Yazsınlar Bizi..
Himmet Eyle, Şefaat Eyle..
Ey Bende-i Resûlullah..
Ey Aşıkân-ı Cemâlullah...

13 Aralık 2011 Salı

Turkish Tea is a bit different...

Evet, Amerikali yazar Katharine Branning son kitabi 'Yes, I Would Love Another Cup of Tea' ile bir anda sanki gonullerimizde ozel bir yere sahip oldu. Ben kendisini daha once duymadim, ancak ozellikle Facebook'ta son gunlerde bir cok kisinin profilinde son cikan kitabi ile ilgili videoyu gorunce ben de yazmak istedim.

Internet biraz arastirma yapinca, kendisinin 30 yildir Turkiye'yi surekli ziyaret ettigini ogrendim. Ayrica Turkiye'nin gonullu elcisi de olmus.

Gecen sene Turkce'ye de cevrilen kitabi yazmasinin esas amacini kendi ulkesinde yasayan insanlarin Turkiye'yi daha iyi anlamalarini ve Turkiye'nin ne kadar bariscil oldugunu gormelerini istemesi olarak acikliyor.

Simdilerde ozellikle sosyal medyada adindan daha cok soz ettirse de anlatimindaki dogalliga kimsenin itiraz edecegini sanmiyorum.


Videoyu izledigimde ben de simdi bir arkadasim karsimda olsaydi da iki cayin belini bukseydik diyesim geldi...

Videoda ne guzel de bahsetmis, cay tek basina icilmez, mutlaka yaninizda biri olmasi lazim. Hz. Mevlana'nin siiri ile de renklendirmis, her ne kadar Hz. Mevlana'yi bir siire sigdiramazsak da, yine ne guzel yazmis da bir kez daha farkli bir yurekten dinleme firsatimiz olmus...

Bugune kadar farkli ulkeleri gezme firsatim oldu, hepsinde de cayimizi ozledim.

Kahvesiz yasamak istemiyorum, benim hayatimin cok onemli bir parcasi, ama guzelim bardaklarimizdaki lezzeti de hic birseye degisemem.

Hele de vatanindan uzak, yalniz olunca bir bardak cayin keyfini paylasmak bile burnunuzda tutuyor.

Ah ahh...

Ozluyorum seni be ulkem... insanini... misafirperverligini... havani... kalabaligini... herseyi cozebilecegini dusunmeni... denizini... yemegini... cayini...

Sanma ki gonderdin beni, hepsini sen kaptin. Yemezler!

Simdi bunun uzerine bir bardak cay ne iyi gider... Afiyet olsun.


11 Aralık 2011 Pazar

sehir...

gunler sonra beklenen kar geldi... aksam merkezde yururken bu senenin ilk karina sahit olduk.

ama cok kisa surdu. hava birden sogudu, heyecanlandik... bakalim, umutla bekliyoruz...

bugun biraz da komikti.. aylar sonra sinemaya gittim.. salon kucuktu, icerisi hinca hinc aileleri ile gelen cocuklarla doluydu. Happy Feet 2'ye gittik.. Hehe :)

film rusca oldugu icin daha da bir ilgincti. yalniz bu sefer gecen seferkine gore daha iyi anladim konusulanlari, mutlu oldum. iyice asina oldum sanirim.

bazen dusunuyorum, ruscayi ingilizceyi ogrendigim gibi ogrenmiyorum galiba. mesela ingilizceyi ogrenirken hep kaliplar halinda ogrenmistik. iste, kac para, saat kac, nereye gidiyorsun, saga don, sola don vs... ama bu sefer ikinci dilimi kaliplarla ogrenmiyorum. o yuzden de kim zaman, ozellikle bir magazaya girdigimde, bazen bocaliyorum. galiba bu dili ogrenirken tamamen akisina birakmisim.

rusca'yi seviyorum. evet, gercekten zor bir dil, mantigima uymayan o kadar cok anlatimi var ki.. yine de hosuma gidiyor.

bugun alisveris merkezinde ilk defa hintli bir aile gordum, fotograf cektiriyorlardi. herkes onlara bakiyordu, gulenleri bile gordum. burasi cok fazla yabancinin yasadigi biryer olmadigi icin gariplerine gidiyor sanirim.

ama ben her gordugum yabanci icin seviniyorum. bu sehrin bu konuda acilima ihtiyaci var. ingilizce konusan gencler var, ama cekiniyorlar. belki bu sayede daha cok genc farkli bir dil ogrenir ve hayatlarinda yasadiklari bazi sikintilari da asabilirler, ozellikle de gecim sikintisi.

dolu dolu bir senem bitti, ikinci senenin icindeyim. bakalim ilerleyen donemlerde daha farkli yabancilarla konusma firsatim olabilecek mi? umarim olur... tabi biraz da memleketten de guzel insanlar gelse hic fena olmayacak :)

hala kafam atik, ama Happy Feet iyi geldi :)

9 Aralık 2011 Cuma

Rolling in the Deep... mi Deep hem de...

Yine asagiya dogru cekiyor birseyler...

Cikmak icin cirpiniyorum..

Kafam cok atik bu aralar..

Sormak gereksiz..

Sadece sessiz kalmak, en guzeli...

Icimde yanan atesi kimseler anlayamaz, ben bile anlayamiyorum...

Boyle sanki midemden yukari dogru bir ates hissediyorum ve butun vucudumu sariyor...

Derin derin nefes aliyorum...

Her nefeste bir kez daha oluyorum ve sonra yine diriliyorum...

Her nefeste bir kez daha sindirmeye calisiyorum...

Bakalim, nereye kadar...

Soru yok, sessizlik, sadece sessizlik...

Sonra yine burdayim.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Barista salentino sulla Piazza Rossa

http://lagazzettadelmezzogiorno.it/fotoAlbum/index.php?fIDCategoria=890&IDFoto=8963




03-09-2011 | COSTUME & SOCIETÀ

Il salentino Francesco Sanapo, campione italiano di baristi di caffetteria nel 2010 e nel 2011, è volato a Mosca per rappresentare l’eccellenza italiana del settore caffè. È stato infatti scelto dal comitato del Campionato mondiale del Caffè (World Barista Championship), tra i sei esperti di caffè al Mondo come ambasciatore del nostro Paese durante l’annuale Festival Internazionale di Musica Militare «Spasskaya Tower», che si terrà nella Piazza Rossa di Mosca fino al 4 settembre. Con lui, Alejandro Mendez di El Salvador, lo spagnolo Javier Garcia, la russa Olga Melik-Karakozova, lo statunitense Pete Licata ed il greco Stefanos Domatiotis. Questi campioni saranno i primi nella storia a deliziare con caffè speciali, da loro selezionati, un pubblico di oltre 35.000 persone, tra cui celebrità appartenenti al mondo dello spettacolo, della politica e del business elite, e tra cui è atteso anche il primo ministro Putin. Sanapo, salentino d’origine e fiorentino d'adozione, proporrà per l’occasione una miscela speciale per il pubblico russo, un misto di origine colombiana e africana, proveniente dal Ruanda. Con un’ulteriore novità: servirà infatti il «caviale di caffè», una sua creazione di ispirazione molecolare, che, tramite ingredienti assolutamente naturali, trasforma la celebre bevanda in gustose microsfere nere.

Spasskaya 1


Anlatacak o kadar cok sey var ki... Moskova'da olabilmek icin bayag bir bekledim, sonrasinda nasil cabuk gecti hic anlayamadim... Hic bitmesin istedim...

Moskova, galiba birbirimizi sevdik. 

Moskova, 

Baristalar, 

Kahve, Kahve, Kahve, 

Festival

Spasskaya

Red Square, Kizil Meydan

Yemek

Yorgunluk

Gulumseme

Regi Regi Regi Regi

Muzik

Dans

Shrek

ve daha bir cok sey...

cok yakinda...


19 Ağustos 2011 Cuma

Benim Hala Umudum Var!


Herseyi anlatmissin... 

Istedigim kadar..

Inat etsem de..

Var..

Hayran..

KATIL..

Bizi Bekler..

Aglasam..

Fakir..

Ask..

Eyvallah!

11 Ağustos 2011 Perşembe

31 Agustos - 4 Eylul Moskova'dayiz!

http://www.coffeestrategies.com/2011/08/10/introducing-the-red-square-six-champion-baristas


Introducing the Red Square Six champion baristas

August 10th, 2011

Red Square

Moscow (August 11, 2011) – Six champion baristas hosted by Soyuz Coffee Roasting will represent their countries as ambassadors of specialty coffee on Moscow’s famed Red Square this summer during the annual Spasskaya Tower international military music festival.
The Red Square Six are:
  • Alejandro Mendez (El Salvador) – 2011 World Barista Champion and 2011, 2010 El Salvador Barista Champion
  • Francesco Sanapo (Italy) – 2011, 2010 Italian Barista Champion
  • Javier Garcia (Spain) – 2011 Spanish Barista Champion and World Barista Championship Finalist
  • Olga Melik-Karakozova (Russia) – 2011, 2007 Russian Barista Champion
  • Pete Licata (U.S.A.) – 2011 United States Barista Champion and World Barista Championship runner-up
  • Stefanos Domatiotis (Greece) – 2011, 5-time Greek Barista Champion
These champions will be the first in history to impress and enlighten an audience of more than 35,000 expected attendees including high-ranking diplomats, celebrities and business elite with their coffee knowledge, expertly prepared espresso and other espresso beverages using coffee from Soyuz Coffee Roasting’s Barista, Mon Ami and Paretto brands.

Live on-location coverage of the event will be provided by coffee trade favorites Barista Magazine and Sprudge! along with a multinational press corps.

The festival is a five-day celebration running from August 31st through September 4th, with concerts and fireworks displays, cultural and musical performances from the military bands of fifteen nations set against the striking backdrop of the Kremlin.

9 Ağustos 2011 Salı

Olamaz mi? Olabilir!

Hayatta bahaneleri olmayan insanlari seviyorum.

Onu oyle yapmak istiyorum aslinda...

Bu da boyle olsa daha iyi olur aslinda...

Yapardim ama iste...

Soylemisti ama iste..

Biliyorum tabi, ama iste...

Bosluklari doldurdugumuzu zannederken aslinda sadece kendimizi kandiriyoruz.

Oysa ne kadar guzel, icinde ne varsa soyleyebilmek.

Kendin gibi olabilmek..

Araya baska engeller koymadan...

Istemiyorum demeyi bilebilmek..

Kabul edebilmek...

Mutlulugun ne oldugunu kesfetmeye calismak...

Kendimizi sevebilmek, boylece baskalarini da sevmeyi ogrenmek...

Zor degil, zor yapan bizleriz.

Hayat cok hizli akiyor, bahaneler icin o kadar kisa ki...

Seviyorum! Hayatta bahaneleri olmayan insanlari seviyorum!

Bir de Mehmet Gunsur'u seviyorum :)

Bu fimi seyredemedim ama New York sokaklarinda bahanelerim olmadan, yururken dinlemek istiyorum...

Olamaz mi? Olabilir!


8 Ağustos 2011 Pazartesi

Hoscakal Ylena...

Hayatima yeni bir baslangic yaptigim Kaliningrad'da guzel bir dostum daha oldu. Yaklasik 10 ay once Rusca derslerine beraber basladik. Ilk gunden itibaren dersteki disiplinli tavirlari cok hosuma gitmisti.

Ilk zamanlar anlattiklarini pek anlamiyordum. Allah'im ben bu Ruscayi herhalde hic beceremeyecegim diyordum. Tabi sonradan zaman ilerledikce ogrendiklerimi aslinda beynimin gercekten kaydettigini anladim. Oyle bir zaman geldi ki is yerinde tum gun boyunca sadece Rusca konusuyor buluyordum kendimi. Hatta evdeyken bile Rusca dusunur olmustum. 

Kelimeler sanki havada ucusuyordu. Butun gun dinledigim herkesin sozleri eve geldigimde resmen zihnimde yeniden canlaniyor ve gunun tekrarini yasiyor gibi oluyordum. Bir ara sizofren olacagim diye korkamadim degil, ciddi ciddi... 

Simdilerde o gunleri gulerek hatirliyorum. Eskisi kadar olmasa da arada yine kelimeleri havada yakaliyorum :)

Iste tum bu zaman boyunca ilk iki ay haftaici her gun, sonrasinda haftada 3 kez olmak uzere bana Rusca ogretti sevgili ogretmenim. 

Gercekten de bir harf ogretmenin ne kadar kiymetli oldugunu cok iyi anladim. Bir gun buralardan dondugumde bile kendisine olan saygimdan en azindan onun ogrettiklerini unutmamaya soz verdim kendime :)

Ders disinda ilk defa dogumgunumde misafirlige gelmisti. Daha sonra bir kac kez de disarida bulustuk, kendi arkadaslari ile tanistirdi beni.

En son dogumgununde Saslik Partisi yapmistik. Gecenlerde yine is yerinde 'saslik partisi' diye anlatiyordum. Gulduler. Neden diye sorunca, Saslik zaten parti oluyormus, bir kez daha sonuna parti diye eklemek gerekmiyormus :)

Iste, Ylena'nin dogumgunu pikniginde annesinin hazirladigi nefis mantarlardan yemistik. Devaminda Saslik gelmisti, ben ona pek katilamadim ama oradan ayrilirken, benim ogrencisi oldugumu Ylena'dan duyan arkadaslari benim icin kucuk bir konusma yapmislardi. 

Cok mutlu olmustum :)

Ylena ile aslinda on ayin tamaminda ders yapamadik maalesef. Cok fazla calistigimdan dolayi cogu dersi iptal etmek zorunda kaldik. Yine de ogrendiklerimi unutmadan kaldigimiz yerden devam ediyorduk.

Derslerin cogunda karakterler uzerine konustugumuz icin bazen cok komik oluyordu. Mesela bir keresinde derste soyle bir konu geciyordu. Kisiler: Bu Anna.

O gun hic ders yapasim yoktu, pek de anlamak istemiyordum. Bu cumleyi duyunca ben de: Memnun oldum, ben de Asli! demekten kendimi alamadim. Rusca kitaplarindaki bazi konular nedense hala komik geliyor.

Hele bazi sesler cinceyi hatirlatiyor. O yuzden bir keresinde Ylena'ya 'cancincon' u ogretmistim :)

Eee hep o bana birsey ogretecek degildi ya :)

Ne zaman turkce ile benzer kelimeler duysam cok mutlu oluyordum, o zaman Rusca'yi daha cok benimsiyordum.

Kimi zaman anlamadigimda da fenalik gecirecek gibi oluyor ve yerimden sicriyordum. Annem zaten hep der bana: Yine sicrama yerinden :)

Bazen de o bana hafif kiziyordu, cunku ben nedense anlamamakta israr ediyordum.

Ne yapayim, karmasik bir dil yapmislar :)

Cok tesekkur ederim Ylena. Hem bana ogrettiklerin icin, hem seni tanidigim icin, hem de senin gibi guzel bir insan hayatimin bir parcasi oldugu icin.


Cumartesi gunku son dersimizin ardindan gozlerin dolmustu. Ama ben aglamak istemedim. Cunku kendimi gordum senin gozlerinde. Simdi sen de biraz uzaklara gidiyorsun. Buraya gelisimdeki ilk gunler aklima geldi. Seni ugurladiktan sonra ise kendimi tutamadim. Bir kac damla yas geldi gozlerimden ister istemez. Bastirdigim duygular yine hatirlatti kendini. Gerci o duygularim degisiyor, eskisi gibi ayni seylere uzulmuyorum. Ama yine de seninle ortak bir yanimiz daha oldu.

Umarim cok mutlu olursun, istedigin gibi hayat sana basarilari ve guzellikleri getirir.

Seni ozleyecegim. Artik Lada ile seni anariz :)

ПОКА ПОКА!

7 Ağustos 2011 Pazar

Oyle bir kac konu...

Tam bir hafta once icimi guzel bir heyecan kaplamisti. Bir hafta gecti bile. Ne de guzel gecti...

Bu haftasonu da iyice dinlendim. Hatta uzun bir aradan sonra tekrar yogurt yaptim. Markete gittigimde hic de o raflardaki yogurtlardan almak istemedim. Ev yogurdu canim cekti :)

Simdi mayalanma asamasinda.

Rusya'ya geldigimden beri Kefir icmeye basladim. Bazi markalarin tadi oldukca eksi. Bazilari da cok tatli. Ben daha cok hafif eksi olanlari seviyorum. Bir de BIO Kefirler var. Sanki onlarin tadi daha bir icilir gibi.

Gecenlerde is yerinden bir arkadasim Kefir'e benzeyen bir sisede Ayran iciyordu. Evet, bildigimiz ayran. Litvanya'dan geliyormus. Ben de markete ilk gittigim gun hemen bir tane aldim. Hatta o gun ayrana yakisir bir menu de hazirlamistim. Sofrayi hazirladim, catal-bicak, ve diger ilgili yemekler, hersey hazir. Ayran'i actim ve bardaga koymaya basladim. Nedense rengi cok acik geldi. Once kokladim, bildigimiz ayran gibi kokuyordu. Kucuk bir yudum aldim. Aman Allah'im! Nasil bir tatti o oyle... Ayran diyenlere yaziklar olsun :)))


Ertesi gun ise gittimde 'Ben sana gercek ayran yapip getirecegim.' dedim :)

Bugun de sabah ictigim kefirden geriye kalan kismini tarihi gecmeden degerlendirmek istedim. Hemen aklima Kefirli Ekmek tarifi geldi. Bu sefer ekmegi yapabilmem gerekiyordu. Nitekim bunca ay epey bir hamur yogurma tecrubem oldu :)

Galiba bu sefer epey bir yaklastim.


Visne recelim bittigi icin, malum kahvaltida Peynir-Recel kavusmasinin gerceklesmesi gerekiyor ki simdi Iftar zamaninda bulusuyorlar :), seftali receli denemeye karar verdim. Bakalim, yarim aksama kismetse :)


Elifcim, kosturmaktan bir turlu gunluge sana soz verdigim gibi pilavlarin resimlerini koyamadim. Once zerdecalli,bezelyeli ve havuclu pilav. Dumani ustunde tutuyor..


Ardindan da kofte denemem, buradaki etin tadini galiba cok sevmiyorum, ve patlicanli Bulgur pilavi. Hepsi sana geliyor canim :)


Iki hafta once haftasonu pazardan aldigim yaban mersinlerini Muffin yaparak degerlendirmeyi dusundum. Muffin kagitlari cok buyuk oldugundan ben de kek kalibinda yapmaya karar verdim. 


O hafta isyerinde oldukca yogun bir kac gun gecirdikten sonra gun sonunda calisanlarimiza kahve yaptik. Yaninda da kekten ikram ettik. Paylasmayi seviyorum :)

Yine isyerinden bir arkadasim babasinin bahcesinde yetistirdigi domateslerden getirdi. Cuma gunu cok yoruldum, o yorgunlukla isyerinde unuttum canim domatesleri. Neyseki dolapta duruyorlar.

Gecenlerde de bizim soforlerden biri tatilden dondukten sonra bana nehirde tuttugu baliktan verdi. Sabah arabada giderken tatilde yaptiklarindan bahsediyordu. 'Balik sever misin?' diye sordu. Ben de cok severim dedim. Megersem bunun icin sormus :) 

Ruslar kutlama yapmayi, hediye almayi ve hediye vermeyi cok seviyorlar. Tatile giderken, yas gunlerinde, diger onemli gunlerinde mutlaka hediyelerini alarak is yerine geliyorlar. Mesela dogumgunlerinde kesinlikle kendi pastalarini, iceceklerini alarak ofise ugruyorlar. Eger bir organizasyon yapacaklarsa da yine kendileri hazirlik yapiyorlar.

Boyle gunlerde bayanlara mutlaka cicek hediye ediliyor. Gecenlerde en son Tatiana tatile giderken fabrikada tatli ve meyva yemistik. 

Bu ozel gunlerin otesinde sanki ben biraz da sansliyim. Birbirimizi dusunuyoruz ve tipki bizdeki gibi ufak ama anlamli hediyelerle birbirimizi mutlu ediyoruz. Daha ne isterim...

31 Temmuz 2011 Pazar

Ramazan

Ramazan geldi. Iste simdi daha da bir icim buruk. Cocuklugumdan beri sicaga, soguga aldiris etmeden, iftar zamani mis gibi kokan pideyi firindan alarak evin yolunu tuttugum gunler aklimda. Iftar sofrasini ailece hazirlarken guzel bir telas. Onceleri gun boyu o iftar vaktini hayal ederken, sonradan daha da olgunlastikca iftar vaktine dogru daha sabirli olup, ezan sesini ilk duydugumda o sofrayi bulamayanlar icin ettigimiz dualar. Ne guzeldir o gunler. Hele de dogdugun buyudugun yerde ve o kulturle gecirdigin zamanlarda ailece oturdugun o sofrayi hicbirseye degismezsin bu dunyada.

Bu sene kismette yalniz olmak varmis. Okuldan ya da isten eve geldigimde sofra hazir olurdu, cunku tam o saatte evde olabiliyordum. Simdi eve gelince sessizlik hakim olacak. Ne tuhaf bir duygu.

Kaliningrad icin ezan vakti demeyecek kimseler...

Arkadaslarimla, kuzenimle, ananem dedemle, teyzemle, halamla da iftar vakti yapamayacagiz. Ahh ahh...

Yarin icin hazirliklarimi yaptim. Corbami bugunden pisirdim. Ananemin buraya gelirken kendi elleriyle yaptigi tarhanadan yaptim. Eh aksama yanina bir de salata yaparim. Zaten 21.48'te acacagiz kismetse, sonrasinda yemek yemege takadi kalmaz insanin. Internetten de televizyonu acarim, hatta canli yayin iftar da yaparim belki Istanbul'daki arkadaslarimla da :)

Hayat! Vardir bir bildigin diyorum. Elbet senden geri alacagim bu gunlerin acisini :)))

Hepinizin Ramazani hayirli olsun.


30 Temmuz 2011 Cumartesi

Kapat ve git...tim.


Bugun herseyi kapatmak istiyorum.

Facebook mus, twitter mis, hepsi yalan... Arinmis gunlugume yazmam en guzeli...

Zihnimi gereksiz yere mesgul edenleri, agzina geleni soylemekten cekinmeyenleri, sirf laf olsun diye konusanlari, oh iste lafimi da soylim de rahat edeyim, egom tatmin olsun diyenleri, samimi gibi gorunup aslinda her turlu halti isleyenleri, hep benim dedigim dogru demekten cekinmeyen, bir saniye durup da karsisindakini dinlemeyenleri, bu yazdiklarima bile laf atmak icin beynini calistiranlari, fazla harcanan elektrigi, deterjani, yemegi, kagidi, ocagi, firini... hepsini....

Kapattim gitti!

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Ay ve Yildiz

Kaliningrad'dan aydinlik bir gece...

Yarim ay ve yildizin isigi odamdan iceri suzuluyor...


Dijital Kamera ile bu kadar :)

24 Temmuz 2011 Pazar

İstanbul! Sana sesleniyorum...


Son bir haftadir sehir yagmurlu. Ozellikle iki gun boyunca aksam saatlerine dogru siddetli bir ruzgar ve ardindan gok gurultulu sagnak yagis basliyor. Cok gecmeden gok gurultusu ve, sanki bardaktan bosanircasina, her yeri yagmurlar kapliyor.

Yagmur yagisi butun gece surdu. Bir kac video cektim, o anlari yakalayabilmek icin, ancak cok da basarili olamadim. Iclerinden bir tanesi gokyuzundeki aydinlanmayi daha iyi gosteriyor. Gok gurultusunun sesi kameraya pek yansimamis ancak yine de paylasmak istedim.




Bugunlerde cok okuyorum. Yalniz yasamanin en buyuk avantaji bu olsa gerek. Istanbul'dayken okumak icin bile vakit bulmak ne kadar zor oluyordu. Ancak, buyuk bir hengamenin icinde metrobuse binmeyi basabildigimde eve giderken ya da ise giderken okuma firsatim oluyordu. Boyle bir kac kitap bitirmistim. Simdi anliyorum ki mesele kitap bitirmek degilmis ki... Okudugunu da hazmedebilmek gerekiyormus. 

Istanbul.... Seni oyle cok seviyorum ki... Ama firtinali bir iliskimiz var seninle. Simdi birbirimizden uzagiz, aramiza mesafeler girdi. Biraz durulmamiz gerekiyor. Ne zaman diner bu firtina bilemiyorum... Elbet dindiginde ikimiz de ogrenecegiz. Sana ne cok yakin ne de cok uzak durmak bana iyi geliyor. Gozden irak olan gonulden de irak olurmus ya, iste anliyorum ben simdi. 

Sen benim gonlumun en guzel yerindesin. Seni nasil bir parcada silip atabilirim. Sevdigim ve sevmedigim herseyi seninle yasadim. Sevmediklerim de sevdiklerime yakinlastirdi beni. Sana haksizlik etmem. 

Simdi, belki biraz kiskaniyorsun, baska yerlerdeyim. Burada gunes sendeki gibi dogmuyor, deniz kokusu sehri sarmiyor. Pencereyi actiginda sabah hafif, ilik ilik esen ruzgar sana deniz kokusunu getirmiyor. Ya da aksam gun batimina dogru gunesin son isiklari burada goremedigim sahili aydinlatmiyor.

Evde cay demledigimde, o beli kirik bardakta ictigim cay sendeki gibi lezzetli degil. Yanina bir de TADIM Cekirdegi actigimda, Avcilar'da kuzenlerle, teyzelerle balkonda, Cihangir'de bir cay bahcesinde ya da Caddebostan sahilinde citletirkenki verdigi lezzeti vermiyor iste!

Ama insan alisiyormus iste..

Sokaga ciktigimda mutsuz insanlar gormuyorum burada. Ama sabah ise gittigimde herkes birbirine 'Gunaydin' diyor. Seninle son zamanlarda biz birbimize gunaydin demeyi bile kesmistik.

Isten cikarken de 'Hoscakal' demeyi unutmuyorlar. Oysa ben sana defalarca dedim. Unut beni dedim.

Seninle yasayan milyonlarca insanlardan biriyim. Yazdiklarim seni incitmez belki ama benim icimi acitiyor.

Simdilerde buradaki hayatimi iyice duzene koydum. Alisverislerim bile daha duzenli.

Sokaga ciktigimda konusabiliyorum. Bir kafeye gittigimde, pazara gittigimde ya da is yerinde... Kaliningrad'lilarla anlasiyorum. 

Sana sitem etmiyorum, ama galiba hersey dun sabah degismeye basladi. Saat 04.00 sularinda uyandim. Gun henuz agarmamisti. Evin sol tarafinda cok hafif bir isik belirmeye baslamisti. Biraz bekledim, gelen isigin gokyuzunu daha da aydinlatmasini bekledim. Gunes geliyorum diyordu.

Duy sesimi Istanbul! Gunes Kaliningrad'da selamliyor beni!

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Yasayabilir misiniz?


Elbette boyle bir yerde kim yasamak istemez ki! Zeynepcigim, resmini caldim :) Ancak, boyle bir manzara icin ilk ucaga atlayip gelesim var.

Dunku yazimdan sonra diger Zeynep arkadasim :) bana bir internet adresi gondermis: http://www.wakeup.philips.com/

Internet sitesini incelemenizi tavsiye ederim. Dunyanin en kuzey sehirlerinden, Kuzey Kutbuna yakinligi ile bilinen Longyearbyen sehrinden bahsediyor. Kuzey Buz Denizi'nde Norvec takimadalarindan biri olan bu sehirde gunes Ekim sonuna dogru yerini Mart ayi basina kadar karanliga birakiyor. 

Ikinci Dunya Savasi'nda Almanlar bolgeyi yerle bir etmisler. Savas sonrasi yeniden yapilandirilan sehirde komur madenlerinde calisan bir cok kisi yasiyor.

Sitedeki videolari seyrettiginizde goreceksiniz; okula devam eden, spor aktiviteleri yapan, muzik grubu kuran, evlenen, kar araclari ile turistik gezilere katilabilen yerli ve yabancilar aylarca karanlikta yasiyorlar.

Longyearbyen'de dogan bebekler sadece Haski'ler. (En sevdigim cins, bir gun ben de sahip olmak istiyorum. Ama bunun icin soguk bir yerde yasamam gerekiyor)

Hamile kadinlari merkez sehirlere gonderiyorlarmis. 

Ayrica, insandan daha cok kutup ayisi oldugunu da belirtiyorlar.

Sehirde 3000 adet kar araci var, yasayan insan sayisi ise 2000.

Ayrica, Kuzey Isiklari'ni gorebilmek icin de bolgeye gelen turist sayisi da bir hayli fazlaymis.

Philips, sagolsun, bu kadar uzun sure karanlikta yasayan insanlar icin dogal bir isik veren urunu uretmis. Philips Wake-up Light'i uyanmak istediginiz saate kuruyorsunuz. Yarim saat oncesinden odaniz dogal bir isik ile aydinlanmaya basliyor. Isterseniz flash disk'e yuklediginiz mp3'ler ile, isterseniz de lambanin dogal sesi ile uyanabilirsiniz, ya da radyo sizi uyandirabilir.

Philips, Longyearbyen'deki gonulluler ile calismalarina devam ediyor. Yaptigi calismanin sonunda urunu kullananlarin %98'i Wake-up Light'i kullanmaya devam edeceklerini belirtmisler.

Simdi kendinizi bu sehirde hayal edin. Aylarca gun isigi gormeden, karanlikta yasiyorsunuz. Sabah kalktiginizda karanlik, gunes gozukmek bilmiyor. Saatlerce karanlik. Ama hayat devam ediyor. 

Acaba boyle bir sehirde asik olabilir miydiniz?

Herhalde sinirlenmek, aglamak, kizmak daha kolay olsa gerek.

Orada yasayan biri benim bu dusuncelerimin tam zittini da soyleyebilir. 

Yaniliyorsun! Burada hayat gunduz gorduklerinden cok daha aydinlik da diyebilir.

Onlar gibi hissedemem. Sadece tahmin etmeye calisabilirim. Orada bir hayat yasanirken, dis dunyasinda da milyarlarca baska hayatlar yasaniyor.

Buraya ilk geldigim zamanlarda Alman bir teknisyen ile tanismistim. Saclari bembeyazdi. Hani deriz ya, ak dede gibi :)

Sonradan ogrendim ki, bir kac sene komur madenlerinde calismis. Yasi 47 ama saclari o kadar beyaz ki, inanin 70 yasinda duruyordu. Duydugumda inanamamistim. Ne zaman inandim biliyor musunuz? Gunduz deli gibi calisip, aksam oteline donup, dusunu alip, giyinip, kendini sehirdeki diskolara attiginda.

Gorunuse aldanmayin!

**Unutmadan. Philips Wake-up Light, Turkiye'de de satiliyormus. Media Markt ya da benzeri magazalara bakmakta fayda var.



17 Temmuz 2011 Pazar

Gunes gunes gunes...

Nedendir bilemiyorum, Kaliningrad'a geldigimden beri gunesli olan her sabahi bir kez daha seviyorum. Ne kadar gec yatsam da, yatagin yolunu yorgunluktan nasil buldugumu hatirlamiyorsam da muhtesem bir duygu ile uyaniyorum. Sanki butun organlarim senleniyor. Daha mutlu uyaniyorum, daha huzurlu gune basliyorum ve daha cok seviyorum.

Saclarima kadar hissediyorum o enerjiyi. Sanki goz bebeklerim buyudukce buyuyor. Ellerimi, avuclarimi gunese dogru uzatiyorum. Gunes beni selamliyor, ben de onu...

Ilginc bir iliskimiz var...

Uyanmadan once bir ruya gordugumu hatirliyorum. Hani ruyanizda bir yere yetismeye calisirsiniz da bir turlu yetisemezsiniz. Okuldayken derslere yetisemedigimi gorurdum. Sonra yetisemediklerim degismeye basladi. Toplantilar, yolculuklar, dugunler vs... Dun gece de yine bir yolculuk vardi ruyamda. Hazirlik yapiyordum, pembe babet ayakkabilar secmistim.

Kim bilir, uyaninca belki hayat o yuzden pek bir pembemsi geldi :)

Bugun evde kahvalti yapmak istemedim. Tipki Istanbul'daki gibi bir Pazar gunu daha kahvaltimi disarida yapmak istedim. Eski zamanlar olsa ya evde babamin hazirladigi kahvalti sofrasinda olurdum ya da arkadaslarimla bir yerlere gitmis olurduk. Polonezkoy mu desem, Saray mi desem, piknik mi desem, farkli adresler mi desem... desem de desem...

Hep bahsediyorum, Croissant Cafe'yi cok seviyorum. Bugun de oraya gittim. Daha once bir kac kez gordugum garson kizdan menu istedim. Yabanci oldugumu hemen anladiklari icin Ingilizce konusmaya basladi. Bugune kadar gordugum en iyi Ingilizce konusan Kaliningrad'li diyebilirim.

Boyle bir yerde calismasina sasirdim. Cunku bu sehirdeki sirketler Ingilizce bilenleri mutlaka iyi pozisyonlarda degerlendiriyor. Bir dahaki zyaretlerimde yine denk gelirse mutlaka soracagim, cok merak ettim.

Servisi de gayet iyiydi. Siparisi tekrar etti, yemekler hakkinda bilgi verdi. Croissant Cafe'de bence egitim aliyorlar.

Bugunku kahvaltimda, bugune kadar hic yemedigim Croque Madame vardi. Daha once Kitchenette'te adini neredeyse her gun duydugum bu yemegi bir kez olsun tatmamistim. Gerci burada tam usulune uygun yapmamislardi ama bence lezzeti guzeldi.



Yanina da Kenya Mokka istedim. Guzel bir Kenya icmeyeli uzun zaman oldu. Birazcik daha beklemem gerekecek sanirim...

Su anda sehirdeki tum alisveris magazalarinda %60'a varan indirimler var. Bazi magazalari gezdim. Sonra da klasik Pazar alisverisimi yapmak uzere merkez pazara gittim.

Samsa almak uzere Ozbek bufeye ugradim. Bugun icimden Turkce konusmak geldi, dayanamadim artik. Once Rusca basladik, sonra Turkce devam ettik. Bufede calisan genc cok iyi Turkce bilmiyordu. Ben de Rusca anlatmasini istedim. Bu lisan isi cok garip.

Mesela, fabrikada da ayni sey oluyor. Ingilizce anlatamadiklari zaman Rusca anlatmalarini istiyorum. O zaman daha iyi anlasiyoruz :)

Bugun de oyle oldu. Turkce anlatamayinca Rusca anlastik. Oh ya! demek istiyorum. Kac aydir ayni bufeye gidip geliyorum, cekindigimden konusamamistim. Boyle ne kadar da iyi oldu.

Pazara kavunlar gelmisti. Yarim kavun almak istedim. Satici aynen soyle dedi: Bu karpuz degil! Karpuza Arbuz diyorlar, bu arada.

Nereden bileyim? Tezgahta yarim kavun gorunce, dilim karpuz alabildigim gibi kavunu da alacagimi sandim. Tamam almicam dedim. Satici bu sefer kavunlari secmeye basladi. Bak burada kucuk bir kavun var, dedi. Baktim, tasiyabilirim. Ben de almaya karar verdim. Tadi guzel.

Gecen hafta karpuz almistim, o da guzeldi. Ama esas Agustos'ta daha iyi olacagini soyluyorlar. Az kaldi...

Bir kac gerekli haftalik yiyecegimi de aldiktan sonra eve dondum.

Cok uzun zamandan sonra pogaca yapmaya karar verdim. Turkiye'den getirdigim ve cok az kalan kasari kullanarak peynirli ve kasarli pogacalarimi pisirdim.


Margarin sevmedigim icin yemeklerimde zeytinyagi ya da tereyag kullaniyorum. Tabi bazen de siviyag. Bu pogacada yogurt kullandim. Biraz zeytinyag ve biraz da tereyag var. Aldigim her urune dikkat ettigim icin tereyag konusunda da hassasim. Sut orani en yuksek yagi da secmeye calisiyorum. Iki urun var. Biri %72,5 digeri de %82,5 oraninda sut ihtiva ediyor. Ikisi de Rus mali. Bir de PRESIDENT marka urunleri tercih ediyorum.


200 gr'lik paketler halinde satilan, pastorize inek sutunden yapilan ve Fransa'da uretilen bu urun burada yaklasik 4 TL'ye satiliyor. Sanirim Turkiye'de markanin farkli urunleri satiliyor. Ayrica, gecenlerde ekmek uzerine surulen keci peynirinden aldim. Bence oldukca basariliydi. Hem inek peynirine gore daha saglikli hem de tadi cok hafif.

Pogacalari hazirlarken bir yandan da bugun alisveris yaparken planladigim mercimek koftesi icin malzemeleri pisirmeye basladim. Markete girdigimde koftelik bulgur bulamadim. O yuzden pilavlik bulgurla yaptim. Tabi biraz irice oldular.

Biber salcam da yoktu. Diyeceksiniz ki, o zaman niye kalkistin? :)

Zaten burada Turkiye'deki gibi biber salcasi yok. Acaba kendim mi yapsam?

Marketten daha once aldigim biber-domates salcasi karisimini kullandim.

Sanki fena olmadilar gibi. Ama koftelik bulgurum olsaydi daha iyi tutardi diye dusunuyorum. Ayrica biber salcam olsaydi rengi daha koyu olurdu.


Bir de yesillik pek sik bulunmuyor. Markette satilanlar da genelde cok taze olmuyor. Cok yesillikli olamadi maalesef. Olsun, ilk denememe gore cok da kotu sayilmaz, dimi :)

...

Yeni bir hafta daha basliyor. Bu hafta benim icin kosusturmali gececek. Haydi bakalim :)


15 Temmuz 2011 Cuma

Ozledim...

Ekim ayinda geldim Kaliningrad'a. Geldikten iki hafta sonra Kurban Bayrami'ydi. Ilk defa yanimda kimseler olmadan bir bayram gecirecektim.

Gelirken kuzenim mektubuna soyle yazmisti: Sensiz bir bayram gecirecegimize inanamiyorum. Benim de hic inanasim gelmiyordu.

Havaalaninda canlarim beni yolcu ederken, icimin o kadar buruk olacagini dusunmemistim. Pasaport kontrolunden gectikten sonra geri donmek istedim. O ucaga hic binmek istemedim. O kadar yogundu ki o duygum, gerceklesmesi icin sadece bir adim geri atmam gerekiyordu.

Cok zor gecti o gunler, daha dun gibi. O duygular hic unutulmuyor.

Geldigimden beri bir bayram gecti, bir kac kandil bitti. Bugun de onemli bir gece. Benim hayatimda cok onemli bir yeri vardir. Bana hep baslangiclari hatirlatir. Lale Ablam, hep seni hatirliyorum bugunde.

Bugun icim cok buruk. Beni bilen, beni anlayan sevdiklerim uzaklarda. Gunun kosusturmasi bittigi zaman bazen kendimi gercekten de cok yalniz hissediyorum. Ufak bir yer, ama sanki koskoca bir boslukta gibiyim. Bu duygularin beni esir almamasi icin de kendimi hep mutlu etmeye, mesgul etmeye calisiyorum.

Yoksa, gittiginiz yerde yalnizsaniz, zaman gecmiyor.

Cok garipmis bu duygulari hissetmek.

Bir sekilde iletisim kurmaya calistigim insanlarla hayatimin bir bolumunu geciriyorum. Bazen onlar beni anlamiyor, bazen de ben onlari anlamiyorum.

Oysa ki anlasabilmek hic de zor degil.

Yine de yaninda kendim gibi oldugum ailemi, arkadaslarimi cok ozledim. Bugun daha cok ozledim.

Artik gelin buraya, beni daha fazla yalniz birakmayin burada.

Biliyorum, yalniz degilim, Allah hep yanimda. Ben boyle inaniyorum.

Kimseleri uzmek icin yazmiyorum. Bugun boyle... Her zaman sevgi pitircigi olamam :)

Benim gunlugum degil misin? Icimden gecenleri de tasi iste...

Ozledim, cok ozledim...

14 Temmuz 2011 Perşembe

Turist gibi gezdim sanki

Sevgili okuyucularim, ozel talepler geliyor :) Yazamadim... Cok calisiyorum coook... 

Gecenlerde yorgunlugumuzu biraz atalim diye yabanci misafirlerimizle sehrin bilinen kafelerinden birine gittik. Herkes farkli bir kahve istedi. Bunca aydir burdayim, disarida bir kere olsun turk kahvesi icmedim. O gune kismetmis. Icmez olaydim demek istemiyorum ama dememi gerektirecek kadar kotuydu. Cunku gelen kahve turk kahvesinden baska herseye benziyordu. Sadece su ile kaynatilmis bir tadi vardi. Ne kopuk, ne aroma ne de lezzet... 

Bir an iceriye girip kendim yapasim geldi. Nitekim daha once buna benzer bir tecrubem oldu. Musteri olarak gittigim bir kafede, barin arkasina gecerek degirmenin ayarini degistirmistim, tabi yaptigim isi anlatip izin istemistim. Bu bahsettigim yurtdisinda bir kafede oldu. Bu benim icimden geliyor, yanlis birsey gordugum zaman duzeltmek istiyorum, tutamiyorum kendimi. 


Bugune kadar Yunanistan'da, Makedonya'da, Lubnan'da Turk Kahvesi ictim. Rusya'nin diger sehirlerinde nasildir bilemiyorum ama Kaliningrad icin acil onlem paketi hazirlamak gerek :)

....

Pazartesi gunu isim dolayisi ile sehrin degisik yerlerine gittim. Daha once gitmedigim bazi yerleri gorme firsatim oldu. 

Bir yandan da hizlica isleri halletmemiz gerektiginden arabadan resimleri cekmeye calistim. O yuzden cok da kaliteli degiller. 

Sehrin merkezinden yaklasik 20-25 dk mesafedeki bolgelere gittik. 




Kaliningrad'da klasik apartman girisi. Pencereler gozukur ama apartmanin ici kapisindan gozukmez.


Et ve diger benzeri urunleri satan cadde uzerindeki kucuk dukkanlardan biri


Almanlardan kalma cok eski bir et fabrikasiymis. Cevresindeki koku icin: Kacinnnn demek istiyorum. Tutsulenmis etin bozulmus hali gibi kokuyordu...


Yine Almanlar doneminden kalma kale. Simdi universitenin bir kampusu olarak kullaniliyor. Kaliningrad'da bazi ara sokaklar resimdeki gibi kotu bir altyapiya sahip


Yine eski troleybuslerden biri.


Karla Marksa caddesi cevresindeki evlerden biri. Bu civarda sehrin ileri gelen sanatcilari oturuyorlarmis.


Sehirde her yerde gorebileceginiz, cadde uzerindeki meyve ve sebze satan, bizim tabirimizle manavlar. 


Oktyabrskaya caddesi, sehrin en guzel oteli Heliopark'in, filozof Kant'in gomulu oldugu Cathedral Sobor'un ve sehrin en buyuk marketler zinciri Victoria'nin bulundugu cadde.


Ara sokaklardaki otobus duraklarindan biri


ЛДПР yazan tabelada resmi bulunan kisi Vladimir Jirnovski, Rusya Liberal Demokrat Partisi lideri. Hani su en son sahte ickiden zehirlenen ve olen rus turistlerin-rehberlerin ardindan 'Rus turistlerin Turkiye'ye gidisi yasaklansin' diyen lider. Burada kendisinin diger aciklamalari ile ilgili olarak da yorumlarini fazlaca dinliyorum. Ilginc biri... Simdilerde Kaliningrad'in her yerinde resimdeki reklamlari yer aliyor.

10 Temmuz 2011 Pazar

Kaliningrad'da bir Pazar daha gecti...

Bugun yine penceremden iceriye sizan, icimi isitan gunes ile erkenden uyandim. Aslinda saatimi daha gece kurmustum ama uyumak istemedim. Hava acik oldugu zaman zamani durdurmak istiyorum. Gunes hep orada kalsa...

Hizlica evi haftaya hazirlik icin toparladim ve doogru disari attim kendimi.

Hava ne kadar da sicakti. Icimden bir his semsiyemi de almam gerektigini soyluyordu, nitekim de oyle yaptim. Yagmur yagacagini hissetmeme ragmen acik ayakkabilarimi giymeden edemedim. Temmuz ayindayiz! Kosmak, ziplamak, enerjimi atmak istiyorum :)

Once pazara gittim. Cilekler, frembuazlar, visneler, bogurtlenler, karpuzlar, kavunlar ve diger meyveler... Pazar ne kadar renkliydi. Ayricaa, taze bezelye de buldum. Hemen aldim. Bezelyeli pilav bu hafta beni bekler :) Hatta bezelyeleri dondurup stok yapmak gerek. Cunku burada bezelye ve barbunya dondurulmus olarak da satilmiyor. Sadece ispanak cok kucuk dogranmis, dondurulmus olarak satiliyor. Taze barbunyanin pazarda satildigini duydum ama goremiyorum bir turlu. Zaten bahari ve yazi enginarsiz geciriyorum. En son iki hafta once Istanbul'a gittigimde kiyisindan kosesinden azicik enginar yedim, ama insan doyar mi onunla :). Annem gidecegim icin pisirecekti ama eve sadece esyalarimi toparlamak icin gitmistim ve yemege firsatim bile olamadi. Donuste de yanimda goturemedim. Bir kac fikir vardi bavula koymak icin ama gerceklesemedi :)

Burada enginari pek bilmiyorlar. Dondurulmus da bulamiyorum. Artik bir dahaki bahara...

Yalniz yazi barbunyasiz gecirmek istemiyorum. Zeytinyaglilar yazin yenmez mi?

Saka bir yana, halimden memnunum. Yavas yavas da alisiyorum. Bazen zor geliyor ama bir an geliyor bakiyorum ben de burada yasayan insanlar gibi yasiyorum. Zaman...

Burada zamanimin cogu isimle ilgili detaylarla geciyor. Sokaga ciktigimda bile bir restorana ya da bir kafeye gittigimde mutlaka bir kahve iciyorum. Pazari, musterilerin secimlerini anlamaya calisiyorum, gittigim yerde fazladan vakit geciriyorum. Musteriler ne iciyorlar, hangi kahveyi tercih ediyorlar izliyorum. Cok da karisik degil aslinda, genel olarak ayni tip urunler satildigindan dolayi piyasaya yeni bir urun cikardiginiz an, hele de o urun kaliteli ise, aninda fark edilecektir. Iste o yuzden burada yapilabilecek o kadar cok is firsati var ki... Ama burokrasiden dolayi sabretmeye hazirsaniz...

Neyse, ben bugune doneyim. Pazara dogru yururken ana girisine gelmeden bir on metre oncesinde yasli bir teyze gordum. Sol elini uzatmis, avucunu acmis dileniyordu. Onu oyle gorunce gercekten icim acidi. Rusca birseyler soyluyordu. Ne yapacagimi bilemedim. Tipki bizde gordugumuz dilenciler gibi... Daha once yurtdisinda, Fas disinda, baska bir yerde elini acarak dilenen insanlar gormemistim. Genelde ya sokaklarda uyuyanlar, ya da yaniniza sokulup para isteyenler gozume carpmisti...

Burada insanlara yanasmaktan biraz cekiniyorum. Nasil bizim ulkemizde de gunumuzde kotu insanlarin sayisi arttiysa burada da icinizi bir korku kaplayabiliyor ve yardim etmekten bile cekniyorsunuz. Ne aci... Insan insana muhtac ama yardim eli uzatamiyorsunuz.

...

Pazara gittigimde genelde ana kapisindan giriyorum. Ana giris kapisinda samsa satan yine baska bir Ozbek bufesi var, ama ben oradan alisveris yapmiyorum. Bugun yine gittigim saatte pazar kalabalikti. Yavas yavas esnafi da tanimaya basladim. Meyve ve sebze bolumleri oldukca hareketliydi. Ancak balik satan tarafinda pek kalabalik yoktu. Her zaman Somon aldigim yerde de pek kimse yoktu, somonlar da nedense bugun biraz soluk gorunuyorlardi.

Taze naneler de artik pazarda. O kadar guzel kokuyorlar ki anlatamam... Sanki kendi bahcende yetistirmis gibi. Ben mi bugun pek bir sevgi doluyum yoksa gercekten de urunler mi guzel bilemiyorum :)

Bu haftasonu canlarimdan bazilari Saros'da, bazilari da Kusadasi'nda. Saros... Denize de girdiniz, Kerim Amca'min bahcesinden Kadriye Teyze'min ellerinden o yemekleri de yediniz degil mi, alcaklar :) Kusadasi, siz de yine benzer seyler yaparak, hele de Facebook'lara resimleri de koyarak iyice beni delirttiniz :) Hele de Edirne'de olanlar! Onlardan hic bahsetmiyorum...

Ben de iste size inat buradaki hayatimi susluyorum :)

...

Pazar cikisi haftalik bir kac gerekli seyleri de alarak kendimi bir kafeye attim. Nitekim artik yagmur baslamisti. Tam zamaninda iceriye girmistim. Yagmur resmen bardaktan bosanircasina yagiyordu. Buranin havasi bence nazli bir kadin gibi :) Bir gunesli, bir yagmurlu...

Gittigim kafede masalarda yer olmayinca bar kismina oturdum. Menuyu istedim. Genelde yemeklerini biliyordum ama ingilizce menu istemek nedense aklima gelmedi. Kendimi iyice adapte etmeye calisiyorum sanirim. Israrla rusca yazanlari anlamaya calistim. Tabi biraz zaman gecti :) Barda da oturdugum icin daha cok dikkat cekiyordum. 3 garson benim menuden kafami kaldirmami bekliyorlardi. Nitekim de oyle oldu. Basimi kaldirdigimda karsimda uc kisi siparisimi bekliyordu. Siparisimi Rusca verdim, acayip mutlu oluyorum bu isi becerdigim zaman :)

Siparisimi beklerken masalardan biri bosaldi ve beni oraya yerlestirdiler. Yan masada oturan iki orta yasli bayan sarap iciyorlardi. Bayanlardan biri once uzerine biraz sarap doktu. Bir dakika gecmedi ictigi kadehi dusurdu. Saka gibiydi. Ama bence isin en komigi garsonlarin kirilan kadehi toplamamalari ve musteri kalkana kadar masanin altinin sarap ve cam kiriklari ile dolu olmasiydi. Musteriler hesabi odeyip bir sonraki musteriler geldiginde masanin altini temizlemek icin onlari ayakta beklettiler Bence bu is biraz daha cabuk yapilabilir. Ama eminim Turkiye'de olsa, gittigim kafe standardindaki bir baska mekanda sirf bu goruntuden dolayi orayi terk eden super! musteriler de olacaktir.

Ben bu goruntuleri izlerken coktan Jamaica Blue Mountain kahvemi Mokka olarak siparis etmistim. Bence oldukca basariliydi. Yogun bir aromasi vardi. Icerken agizda doygun bir tat birakti. Bir dahakine diger bir cesidi deneyecegim.

Kahvemi de ictikten sonra artik eve gitme vakti gelmisi. Ne de olsa Pazar gunu... Haftaya iyi bir uyku ile baslamak gerek...

Bugun kameram yanimda olmadigi icin resim cekemedim. Uzuun uzuuun yazdim...

Yalniz, son gunlere ozel, sicagi sicagina cekilmis bir resmi, Facebook'tan, gonderiyorum :)


Bakalim bu isin sonu ne olacak...

8 Temmuz 2011 Cuma

Emanete sahip cikmak...

Uzun uzun yazasim var bugun... Bazen cok yalniz hissediyorum..

Insanlarin kotuluklerinden, dogduklarinda kendilerine emanet verilen o kalplerini nasil taslastirdiklarini gormekten, gozlerini sadece hirs ve para ile karartmalarindan, vefadan bir haber yasamalarindan oyle tiksiniyorum ki...

Kime neyi satiyorsun? Kime neyi ispatlamaya calisiyorsun? A akilsiz!

Sen de benim gibi etten ve kemiktensin. Ister inanirsin ister inanmazsin. Ama gidecegin yer belli...

Sana yillarca ekmek saglamis birine nedir bu hiddetin?

Iste senin gibiler yuzunden ben emanetime daha cok sahip cikacagim. Cunku zamani geldiginde onu teslim edecegim.

Ben yine de senin icin dua edecegim. Edecegim ki o icinde bulundugun kaybolmusluktan belki kurtulman icin vesile olur... Yoksa halin perisan!

Megersem hak nedir bilmezmissin. Her adiminda yalan dolanla hareket edermissin.

Asil suclu bizleriz. Yillarca senin gibilerle ekmegimizi paylasarak en buyuk hatayi yapmisiz.

.....

Biliyorum, o gun gelecekmis ki biz anlayacakmisiz.

Ama yine sormadan edemiyorum: Hayat unuttun mu beni?

Sezen ne kadar da guzel soylemis:



Unuttun mu beni, her şeyimi
Sildin mi bütün izlerimi
Hüç düşmedim mi aklına
Hiç çalmadı mı o şarkı?
O sahil, o ev, o ada
O kırlangıç da küs mü bana
Sanırdım ki aşklar ancak filmlerde böyle
Ben hâlâ dolaşıyorum avare
Hani görsen, enikonu divane
Ne yaptıysam olmadı, ne çare
Unutamadım, gitti !
Ey aşk neredesin şimdi
Sen de mi terk ettin beni
Ne hata ettiysem, affet
Büyüklük sende kalsın, e mi
Sen de olmazsan eğer, batar artık bu gemi
Unuttun mu beni, her şeyimi
Sildin mi bütün izlerimi



7 Temmuz 2011 Perşembe

Gelincikler acti ve Dugunumuz oldu


Saroz yollarindayiz... Ha bir de Bozcaada'ya da gidiyorduk sanki. Yolda dursak da, o gelinciklerin arasina dalsak... 

Bir mevsim daha gecmesi gerekiyormus...



Daha dun gibi hatirliyorum. Tanismadan cok kisa bir sure once adini cok duymustum. O zamanlar universitedeydim, ayni zamanda da bir grup arkadasimla sivil topluma el atmistik. Oldukca hareketli gunlerdi. Hayatimin en guzel donemlerinden biriydi.

Bir gun dediler ki: Hanife var, soyle biri, boyle biri. Onceleri hafiften kiskandim. Ne kadar da cok bahsediyorlar, kim bu kiz? Kisa bir zaman sonra tanistik. Bir insani ilk gordugunuzde onunla derin bir iliskinizin olacagini anlarsaniz eger, bilin ki bu her zaman olmayacaktir. Bence bizimkisi de oyle bir andi. Hanife ile ilk tanistigimda aramizda cok yakin bir arkadaslik olacagini hissetmistim.

Hersey o kadar hizli ilerledi ki birbirimizi surekli beraber vakit gecirirken bulduk.

Ilk tanistigimiz zamanlarda giyiminden, renkliliginden, samimiyetine kadar herseyi bana cok yakin gelmisti. Benim de kendimi buldugum bir doneme denk gelmisti sanirim. Yani hersey birbirini tamamlamisti sanki.

Zamanla bakislarimizdan birbirimizi anlamaya baslamistik. Sanirim ilk iki sene hic ayrilmadik. Sonrasinda bazi ayriliklar yasadik. Iste o doneme hic donmek istemiyorum. Belki de o gunlerin de yasanmasi gerekiyordu. Herhalde gercek anlamda birbirimizi tanimaya ve kisiliklerimizin catismaya basladigi zamanlar gelmisti. Cok kavga ettik, kus kaldik, cok kizdik birbirimize, konusmadik. Ama biliyorum ki ikimizin de cani yaniyordu. Biraz da inat belki, hemencecik barisamiyorduk :)

Iste o donemlerin basinda ben Hanife ile birini daha tanidim. Itiraf ediyorum ilk gordugumde 'Ne kadar da soguk' demistim. Kulaginda kupesi, genc, gozleri isiltili bir delikanli :)

Hanife beraber bir yerlere gitmek icin davet etmisti ama o bizimle gelmemisti. Hanife'nin hayatinda onemli oldugunu hissettigim o delikanliyi tanimak istiyordum ve belki de gelmedigi icin sinir olmustum.

Sonradan tanistik, beraber birseyler yapmaya basladik. Artik Baris da benim hayatimdaydi.

Zaman ne kadar da cabuk gecti. Ama yasadigimiz her ani cok iyi hatirliyorum. Ucumuzun de kavgalarini, kahkalarini, uzuntulerimizi, kizginliklarimizi, mutluluklarimizi...

Kimi zaman onlar kavga ettiler, kimi zaman ben onlarla kavga ettim. Onlar ne zaman birbirlerine kizsalar, kendilerine kizmis olsam dahi hep bir araya gelmeleri icin dua ettim. Onlarin iliskilerine basindan beri cok inaniyordum.

Birliktelikleri icin soylenecek o kadar cok sey var ki...

Simdi ben aileden biriyim. Onlarin evladiyim :) Onlar da benim canim.

Zaman cabuk ilerledi demistim. Bu gunleri de gorduk ya, gozum acik gitmem diyorum :) Isin sakasi bir yana, onlar artik evliler. Ikisine de cok inaniyorum, mutluluklarinin hep daim olmasini istiyorum.


18 Haziran'da yeni maceraya adim attilar. Simdi ben uzaklardayim, cok zor geliyor bir cok sey... O ana karar verdiklerinden itibaren yanlarinda olamadim. Cok zormus... Diger bir canimin da boyle bir doneminde ayni uzakligi bir daha yasamak istemiyorum.

Hanife ve Baris...



Memleketime çoktan bahar gelmiştir
Başakları şimdiden göğe ermiştir
Dağlarını gelincik basmıştır
Yer, gök ve yürek çiçek açmıştır



Asmanın sürgün veren dallarında
Nergisin, zerenin taç yapraklarında
Seninle baharı kutlamaya geliyorum

Başımı omzuna yaslamaya
Hayata yeniden başlamaya
Bağında, bahçende, pınarlarında
İçimi yıkamaya geliyorum

Caddelerinde kızlarla oğlanlar 
Oynaşıyordur şimdi, ah! hem de nasıl
Başlayan, biten, tazelenen aşklar
Başlıyor ömrümüzde yeni bir fasıl
Kirazlar olmadan tez vakitte